Youtube Kanalımızı Abone Olmayı Unutmayınız.



Hollanda mutfağı pek zengin bir mutfak olmamakla beraber peynirleri, biraları ve deniz ürünleri oldukça ünlüdür.
Sadece Amsterdam’a değil Hollanda’ya gidip de peynir yemediyseniz bir peynir delisi olarak sizin adınıza üzülürüz. Özellikle şuradan peynir almalısınız gibi bir durum yok, peynir delisi Pınar gördüğünüz her peynirciye girip tadım yapabilirsiniz ki her yerde karşınıza peynirci çıkacaktır. Uyaralım bu edam ve gouda peynirleri bizim alışık olduğumuz peynirlere benzemiyor, bir hayli yağlı sarı renkli peynirler, kocaman tekerlek biçiminde kırmızı, sarı, yeşil renkli plastiklere sarılı şekilde satılıyor. Fakat bu çok lezzetli oldukları gerçeğini değiştirmiyor.

Gouda Peynirleri

Hollandalılar patatesi çok tüketiyorlarmış, bu sebeple Amsterdam’ın her yerinde sadece patates kızartması satan yerler var, kâğıt keseyle buralardan patatesini alıp dışarda tüketiyorsunuz, bildiğimiz patates kızartması.

Hollanda’da bizi can evimizden vuran lezzet Hollanda Waffle’ı oldu. Bildiğimiz Belçika waffle’ından farklı. Marketlerde falan satılıyor, arasında karamel var, mükemmel bir lezzet. Türkiye’de Starbucks’da ve Bim’de satılıyor, alın deneyin, mahrum kalmayın bu lezzetten.

Hollanda mutfağı çok zengin değil fakat tüm dünya mutfaklarını Amsterdam’da bulabilirsiniz. Zaten Amsterdam şehir merkezinin biraz dışına çıkarsanız otlayan ineklerle dolu her yer, serbest bir şekilde otladıkları, bağlanmadıkları için çok lezzetli oluyorlarmış buraların etleri. Şehrin her yerinde steak ve ribs (biftek ve kaburga) satan Arjentin restoranları var. Biz açlıktan bayılmak üzere olduğumuz bir anda bu Arjantin restoranlarında birinde oturup kaburga yedik, çok kötüydü. Yani turistik olduğu tabelasından anlaşılan Eminönü’ndeki kebapçılar tadındaki yerlere oturmayın, bizim gibi pişman olmayın. Et için tavsiyemiz Cafe De Klos, fakat çok sıra olduğunu belirtelim. Bununla beraber Vietnam mutfağı, Endonezya mutfağı gibi enteresan seçenekleriniz de var.

Ribs

Biz kahvaltı konusunu genelde pas geçmek gibi bir hataya düştük fakat çok güzel kahvaltı noktaları var şehirde, bunlardan sizin için seçtiklerimizden biri Omeleg.
Günün herhangi bir saatinde Double Tree By Hilton’un terasındaki SkyLounge’a çıkıp bir şeyler yudumlayabilirsiniz, fiyatın biraz pahalı olsa da manzara mükemmel.

Amsterdam’da ne içilir tabi ki bira bunun için doğru adres, De Bierkoning isimli bira dükkânı. O kadar çok çeşit bira var ki aklınızı kaybedebilirsiniz. Buradan biranızı alıp, nehir kenarında yudumluyorsunuz. Tabi en bilinen bira markaları Heineken, Amstel, Jupiler olsa da inanamayacağınız bir çeşitlilik var bira konusunda. Beertemple isimli pub da beğenilen yerler arasında, biz gitmedik ama bir dahaki ziyaretimiz için listede.

De Bierkoning

Amsterdam’ın yakınlarında bulunan Volendam isimli balıkçı kasabasını ziyaret ederseniz, kesinlikle lezzetli deniz ürünlerini denemelisiniz. Bir İngiliz klasiği fish and chips, kalamar, karides, türlü türlü deniz mahsulü take away olarak satılıyor, yani elinize alıp yiyorsunuz. Oturma imkânı tanıyan restoranlar da mevcut ama biz elimize alıp yemeyi tercih ettik. Klasik lezzetlerin yanında Hollanda’ya özgü bir balık olan Haring mutlaka denenmesi gerekenler arasında. Her damağa hitap etmeyeceği kesin. Çünkü çiğ tüketiliyor. Direkt kocaman balığı ağzınıza atabiliyorsunuz, ya da bizim gibi ekmek arası, soğan ve tatlı turşuyla tüketiyorsunuz. Hayranı olduğumuz söylenemez ama denemek gerektiğini düşünüyoruz.

Haring

,Amsterdam’da gitmenizi önerdiğimiz bir de gece kulübü/konser salonu var, Paradiso isimli kulüp eski bir kilisede faaliyet gösteriyor, bu sebeple akustiği çok iyi. Güzel bir etkinliğe denk gelirseniz gitmenizi öneririz.
Amsterdam’da aç kalmayacağınız kesin, çok zengin bir mutfağı olmasa da her zevke hitap eden klasik lezzetler de, hiç denemediğiniz lezzetler de bulabileceğiniz bir yer.

Edam

Marken, Edam ve Volendam Amsterdam yakınlarında bulunan birbirinden şirin 3 kasaba. Öncelikle bu kasabalara ulaşım çok kolay, 30-35 euro verip tura katılmanıza hiç gerek yok. Central Station’un orada bulunan otobüs duraklarının ilerisinde bilet gişeleri bulunuyor. Buradan bu kasabalara giden 1 gün boyunca sınırsız olan otobüs biletinden temin ediyorsunuz. Zaten kasabalar o kadar küçük ki tur rehberinin sizi götüreceği her yere zaten kendiniz gidebilirsiniz.

Volendam

Bizim ilk durağımız şirin balıkçı kasabası Volendam. Masallardan fırlamış evleri, sessiz sakinliği, hırçın denizi ile burası bizi büyüledi. Volendam’ın kasabalar arasında en turistik kasaba olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sahildeki stantlardan uygun fiyata müthiş lezzetli deniz ürünleri alıp, deniz kenarında banklarda oturup yemenizi tavsiye ederiz. Yemekle ilgili ayrıntılı yazı için buyurun. Sadece evlere bakarak yürüyüş yapıyoruz, zaten doğa ve mimari o kadar güzel ki görülecek başka bir şey olmasına gerek yok.

Volendam

 Biliyorsunuz Hollanda peynirleri bir hayli ünlü, Pınar da tam bir peynir meraklısı olduğu için Volendam Cheese Factory’nin yolunu tutuyoruz. Zaten küçücük olan kasabada her yer birbirine çok yakın. Cheese factory peynir fabrikasında peynir yapım belgeseli izledikten sonra peynir tadıyoruz, elimizde taşımamak için peynir alamıyoruz. Alış veriş yapmasanız bile envaı çeşit peyniri tadıyorsunuz kimse de karışmıyor size.


Volendam Cheese Factory

Sırada ki durağımız anakaraya bir köprüyle bağlı olan şirin ada Marken. Burası daha az turistik, bisikletiyle yanınızdan geçen yerlilerin size selam vereceği, okullarından çıkmış, sokaklarda oyun oynayan çocukları görebileceğiniz sıcaklıkta bir kasaba. Volendam’da olduğu gibi bu adada da evler mükemmel, hepsinin önünde muhakkak rengarenk çiçekler, saksı olarak kullandıkları eski Hollanda ayakkabıları ve evlerin camlarında türlü türlü biblolar ve danteller bulunuyor. Röntgenci gibi milletin evinin içine mi baktınız demeyin, tüm evlerin perdesi açık, içi net şekilde görünüyor ve öyle bir süslemişler ki camlarının önünü bakmamak mümkün değil. Bu kasabada olabildiğince yürüyoruz. Gerçekten bu sevimli evler arasında kendinizi bir masal kahramanı gibi hissediyorsunuz.

Marken

Hollanda’nın ünlü Klompen adı verilen tahta ayakkabılarını görmek için bu ayakkabıları üreten mağazayı ziyaret ediyoruz. 50 numaraya kadar ayakkabı var, ayakları 47 numara olan ve zorla ayakkabı bulan Mustafa benim de bir ayakkabım olsa, bizde niye yok diye ağlıyor. Bu ayakkabılar eskiden çiftçiler tarafından giyilen inanılmaz rahatsız tahta ayakkabılar, artık dekoratif amaçlı saksı olarak kullanılıyor genelde.

Geleneksel Hollanda Ayakkabıları Klompen

Sonraki durağımız peyniriyle ünlü Edam. Burada çarşamba günleri peynir pazarı kuruluyormuş, biz ne yazık ki göremedik. Buranın bütün olayı Edam peyniri, kasabanın her yerinde peynirciler var.

Edam

 Biz gittiğimizde çarşamba günü olmamasından olsa gerek bizim dışımızda tek bir turist yoktu, ya da Marken ve Volendam daha çok tercih ediliyor. Sokaklarda yürüyen turisti geçin yerli bile yoktu. Fakat bunun da ayrı bir havası vardı, bütün kasaba bizimmiş gibi dolaştık o güzel evler arasında. Buranın mimarisi daha çok Amsterdam’a benziyor, Volendam’dan ziyade. Nehir kenarında oturup sandviçlerimizi yedik ve bol bol yürüdük, sakin ve turistik olmaması burayı daha çok sevmemize neden oldu.

Marken


Amsterdam seyahatimizde bizi en çok etkileyen yer bu şirin kasabalar oldu. Evler ne kadar güzelse yerliler de bir o kadar mutlu görünüyordu. İşin güzel yanı bu cennetten fırlamış kasabalar Amsterdam’a 20-25 km uzaklıkta. Hem bu kadar sakin bir yerde yaşamak hem de dünyanın en eğlenceli şehirlerinden Amsterdam’a sadece yarım saat uzaklıkta olmak tam olarak neden bu kasabalardan birinde yaşamak istersiniz sorusunun cevabı...






Çoğunuzun bildiği gibi Hollanda'nın en ünlü bira markalarından birisi Heineken. Biz de Amsterdam'a gitmişken markanın akıllıca bir pazarlama taktiğiyle müze haline getirdiği fabrikasını ziyaret ettik. Aslında buraya müze demek haksızlık olur, Heineken de buraya Heineken Experience yani Heineken Deneyimi adını vermiş. Bir müzeden daha fazlasıyla karşı karşıyasınız, biranın yapım aşamalarını görüyor, bir arpa tanesinin nasıl biraya dönüştüğünü öğreniyorsunuz, bira tadıyor ve bardağa bira doldurmanın inceliklerini öğreniyorsunuz.  Bunun yanında geçmişten bugüne Heineken amblemlerini ve Heinekenle ilgili pek çok şeyi görebileceğiniz müze benzeri bir alan da mevcut.Biletlere şuradan ulaşabilirseniz, çoğu yerde olduğu gibi burada da online bilet alan karlı çıkıyor.

Heineken Experience


Fabrika 4 katlı olmasına rağmen gezerken yorulacağınız derecede devasa değil. Girişte size üzerinde 3 adet düğme bulunan bir bileklik veriyorlar. Bu düğmelerle ister bira içiyor, ister hediye alıyor, isterseniz fabrikanın hemen karşısında duran tekneyle tura katılıyorsunuz. Bizim tavsiyemiz içeride zaten düğme sormadan da bira verdikleri için, düğmelerinizi içeride harcamayın, çıkışta tekneye binip tekne turunuzu yapın ardından tekne turundaki rehber sizi Heineken hediyelik eşya mağazasına götürecek, oradan Heineken yazılı hatıra bardaklarını kalan düğmeyle alın. Bu tekne turu olayından fabrikanın girişinde bahsetmiyor görevliler, uyanık olun bu turu kaçırmayın, Böylece 16 euro gibi bir ücretle hem istediğiniz kadar bira içmiş, hem Heineken Experience'ı ziyaret etmiş, hem de hediye bir bardak kazanmış olacaksınız! 

Bira yapmak bizim işimiz

Girişte bira üretimi yapılan bu cihazlar sergileniyor. Ardından biranın içinde neler olduğu, nasıl yapıldığının ayrıntılarını öğreniyorsunuz. Bir başka bölümde eğlenceli fotoğraflar çekinip bu fotoğrafları mail adresinize gönderebileceğiniz bir bölüm bulunuyor. Futbol meraklılarını da tatmin edecek bir bölüm mevcut, bu bölümde dünyaca ünlü futbolcuların formaları, kramponları ve futbol topları sergileniyor.


Bir başka bölümde dj kabini ve çeşitli interaktif oyunlar oynayabileceğiniz akıllı cihazların bulunduğu bir alan var. İçeri girenlerin eğlenmeden çıkmamaları için her şey düşünülmüş.

Bir başka eğlenceli alan, bira içip barmen arkadaşlardan en lezzetli biraya ulaşmak için biranın bardağa nasıl doldurulması gerektiğinin anlatıldığı bölüm. Burada sıraya giriyorsunuz, isminizi yazıyorsunuz ve sıra size gelince barmen birayı nasıl doldurmanız gerektiğini anlatıyor, dolduruyorsunuz, doldurduğunuz birayı içip bir de başarı belgesi kazanıyorsunuz. Sizi temin ediyoruz burada biraya doyacaksınız.

Mustafa bira doldurmayı öğreniyor :)

Çıkıştan bir önceki adımda, sizi kaç boyutlu olduğunu bilmediğimiz bir sinema salonuna alıyorlar, burada sağa sola savrularak, yüzünüze bira sıçradığı hissine kapılarak bir biranın içindeki arpaya dönüşüyorsunuz ve biranız nasıl içtiğimiz hale geliyor görerek öğrenmiş oluyorsunuz.


Heineken Experience belki hayata bakış açınızı değiştirecek, size bir şeyler katacak bir deneyim değil, zaten böyle bir vaadi de yok. Fakat verdiğiniz parayı hak ediyor ve biz dahil herkes gülümseyerek ayrıldı binadan, çok eğlenceli vakit geçirdik. Mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer olmasa da eğlenmek istiyorsanız buraya bir kaç saatinizi ayırmanızı öneriyoruz, emin olun eğleneceksiniz!


Amsterdam

Kaç kere duyduk bu sene kesin gidiyoruz abi muhabbetlerini. Yapmayın, etmeyin bu sene gerçekten gidin. Bu şehir bunu hak ediyor. Bu şehir daha önce gittiğiniz hiçbir yere benzemiyor. Bu şehirde özgürsünüz, kimsenin yargılayıcı bakışlarıyla karşılaşmadan istediğinizi yapabilirsiniz.

Amsterdam deyince akıllara tabi ki Red Light ve Coffe shoplar geliyor. Bu yazıyı okurken amacınız Coffee Shoplar ve benzeri aktiviteler hakkında bilgi edinmekse sizi şu yazıya alalım. Uyuşturucu kötüdür diye not düşerek Amsterdam’ın diğer güzelliklerini anlatmaya koyulalım.

Öncelikle ulaşımı nasıl sağlıyoruz, bacaklara kuvvet Amsterdam küçük bir şehir, yürüyerek ulaşım sağlamak mümkün ayrıca bisiklet kiralanarak bisikletle gezilebilir. Şehrin en yaygın taşıtı bisiklet, kocaman kocaman bisiklet otoparkları var. Hayatınızda bu kadar bisikleti bir arada görmediğinize eminiz. Bisiklet kullanırken de bir yığın kural var ve bisiklet trafiği oldukça yoğun. Yani ‘ben 3 yaşımdan beri bisiklet sürüyorum yaa’ deyip orada bisiklet kazası falan yapmayın, tedbiri elden bırakmayın.

Dam Square, şehrin en büyük meydanı. Amsterdam Kraliyet Sarayı, Nieuwe Kerk, Madame Tussaud’s Müzesi ve National Monument, alışveriş yapabileceğiniz Kalverstraat ve de Bijenkorf bu meydanda bulunuyor. Burayı görmeden zaten dönmeniz mümkün değil.


Jordaan isimli mahalleye gitmenizi şiddetle öneriyoruz, turistik Red Light bölgesinden uzaklaşıp buralarda takılmak en güzeli. Burada kafelerde, publarda oturun kahve için, bira için, yemek yiyin. Dünyanın en güzel genlerine sahip Hollandalı iş kadınları ve takım elbiseli abilerin iş çıkışı bira keyfine katılın.




I amsterdam


Amsterdam türlü çılgınlıklarıyla nam salmış olsa da şehir azımsanamayacak sayıda müzeyi içinde barındırıyor. Bu müzelerin çoğu Museumplein denilen müze bölgesinde yer alıyor. Ünlü Iamsterdam yazısı da burada. Yani burada fotoğraf çektirmenin hiçbir mantıklı açıklamasını bulamasak da biz de sürüye uyup burada fotoğraf çektirdik. Müzelerden en ünlüleri Rijksmuseum, Van Gogh Museum, Stedelijk Museum ve Anne Frank Huis. Eğer müzeleri gezecekseniz, yaklaşık 40 müzeye giriş, ücretsiz ulaşım, kanal turu gibi pek çok olanak sağlayan Iamsterdam Card çıkartmanızı öneriyoruz. Kart 24, 48, 72 saatlik alınabiliyor. En büyük artısı müze girişlerindeki upuzun kuyrukları beklemeden giriş imkanı tanımasıdır.

Rijksmuseum

Müzeler arasında bizi en çok heyecanlandıran Anne Frank Huis olmuştu fakat burada Iamsterdam Card geçerli değildi ve kapısında 1 km falan sıra vardı, giremedik eve. Evin hikâyesi şudur, 14 yaşındaki Anne Frank 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudi soykırımından kaçarken bu evde saklanıyor ve 2 yıl boyunca yaşadıklarını anlattığı bir günlük tutuyor, bu günlük günümüze kadar ulaşmış. Ne yazıkki 2 yıl sonra Almanlar tarafından basılınca yakalanmış.

Rijksmuseum Vermeer, Rembrandt, Jan Steen gibi sanatçıların eserlerini, Van Gogh Museum ise Van Gogh’un “Potato Eaters”, “The Bedroom”, “The Yellowhouse” gibi müthiş ünlü eserlerini barındırıyor. Stedelijk Museum, modern sanatseverler için kutsal bir yer, muhakkak ziyaret ediniz.

Bir diğer ilgi çekici atraksiyon Heineken Experience, Heineken tarafından gezilecek ve çeşitli deneyimler edinilebilecek bir yer haline getirilmiş. Bileti kapıda alırsanız 18  euro, online alırsanız 16 euro, bunu belirtiyoruz çünkü Iamsterdam Car burada geçerli değil. Bizim Heineken deneyimimiz hakkında geniş bilgi için şu yazıya buyurun.

Bir başka eğlenceli deneyim, Madame Tussaud. Çoğunuzun bildiği gibi ünlülerin balmumu heykellerini barındırıyor müze, bu heykeller bir hayli gerçekçi. Ben daha önce Londra’da Madame Tussaud’s da bulunduğum için Amsterdam gezimizde tercih etmedik. Daha önce gitmeyenlere kesinlikle öneriyoruz, ama gittiyseniz manası yok tekrar gitmenin. Biletleri şuradan online alırsanız 8 euroya kadar tasarruf edebilirsiniz.


Bizim Amsterdam’da gittiğimiz ilk müze Amsterdam’ın namına yakışır bir müze oldu. Evet o kadar Van Gogh’un Rembrandt’ın arasında ilk olarak Sex Museum’u ziyaret ettik. Fiyatı oldukça ucuz, Amsterdam’a gitmişken göreyim, bir daha nerede Sex Müzesi görürüm derseniz buyurun. Yoksa çok da görülmesi şart bir yer değil.

Vondelpark

Ahhh yeşillikler, şehirlerin ortasındaki o kocaman parklar. Avrupa’da herhangi bir yerde yaşamak için tek bir sebep söyle deseler devasa parklar deriz. Amsterdam’ın güzeller güzeli parkı da Vondelpark. Gölün kenarındaki yemyeşil çimenlerine yatın, biranızı elinize alın ve arkadaşlarınızla saatlerce sohbet edin. Bu parkta istediğinizi yapabilirsiniz, dünyanın en saçma kıyafetiyle en saçma danslarını yaparak parkta gezseniz herhalde kimse dönüp napıyor bu diye bakmaz. Yazının başında da dediğimiz gibi burası Amsterdam ve siz hiç olmadığınız kadar özgürsünüz.


Gelelim Amsterdam’ı bu kadar ünlü yapan Red Light District’e. Üstteki yazıları atlayıp direkt buraya geldiyseniz sizi kınıyoruz. Valla Red Light bizi şoktan şoka sürükleyecek gibi bir beklentimiz vardı bizim, öyle bir şey olmadı. Herhalde insan bir kere gördükten sonra her şeyi kanıksıyor. Tabi bunun en önemli sebebi bölgenin çok turistik ve güvenli bir bölge olması. Her yaştan insan, aileler, dedeler, teyzeler, çocuklar burada rahat rahat geziyor. Ortasından kanal geçen geniş bir cadde boyunca sağlı sollu camlarda ve ara sokaklarda ablalar boy gösteriyor, taliplerini arıyor. Kırmızı ışıklandırılmış camlarda kadınlar, mavi ışıklandırılmış camlarda transseksüeller oluyor.


Red Light District

Amsterdam’da seks çok normal bir şey, herkesin evinde yaptığı şeyi dünyanın en ayıp ve kötü şeyiymiş gibi göstermenin manası yok demiş Amsterdamlılar ve bunu kazanca çevirmişler çünkü dünyanın en eski ve modası asla geçmeyen aktivitesi seks her zaman satar. Bölgede cinsel içerikli pek çok şov var, bunlardan en çok ilgi toplayanı ‘Casa Rosso’. Bu bir canlı seks şovu, yani gerçekten sahnede bu işi yapıyormuş bir abi ve ablamız. Bizim ilgimizi çekmediği için gitmedik ama yine sadece Amsterdam’da yaşanabilecek bir deneyim olduğu için, bana ağır gelir almayım demezseniz, fiyat 1 kişi 50 euro 1 içki dahil.


Bunlar dışında Amsterdam mimarisiyle, kanallarıyla bizim ilk fırsatta tekrar gideceğimiz şehirlerden biri olmayı başardı. Amsterdam’a gitmeyi düşünen ve sürekli erteleyenlerdenseniz sizi hemen bir uçak bileti almaya davet ediyoruz. 

Kamu spotu: Bu yazıya başlamadan önce bilmenizi isteriz ki uyuşturucu maddelerin kullanımı tehlikelidir, sağlığa zararlıdır. Bu yazı sadece merak edenleri bilgilendirmek adına yazılmıştır, kimseyi özendirmek istemiyoruz.

Bildiğiniz üzere Amsterdam’da belirli bir miktara kadar marijuana yani esrar tüketimi ve magic mushroom isimli keyif verici doğal bitkinin kullanımı yasal. Bu iki üründe doğal, herhangi bir kimyasal içermeyen bitkiler olduğu için Amsterdam’da çoğu kişi sigaranın bu bitkilerden daha zararlı olduğunu savunuyor. Hatta medical marijuana ağrı kesici olarak kullanılıyormuş.

Şehrin pek çok yerinde esrar temin edebileceğiniz coffee shoplar bulunuyor. İşin enteresan yanı şu ki fosur fosur ot içilen coffee shoplarda sigara kullanılması kesinlikle yasak. Hatta tabelalarda marijuana doğaldır, sigara yapaydır, sigara içmeyin yazıyor. Çoğunda da alkol satılmıyor. Bu caffee shoplarda çeşit çeşit sarılmış ya da sarılmamış halde esrar ve space cake (esrarlı kek) bulunuyor.

Space Cake

 Biz Amsterdam’da ki ilk günümüzde zaten en popüler coffee shop olan Bulldog’u tercih ettik ve sarılmış 3 dal marijuana ve 1 adet kek aldık. Fakat gerçekten tüketemedik, zaten çok az tükettikten sonra insanın üzerine bir ağırlık çöküyor, kafasını kaldıracak hali kalmıyor. Biz anlamadık bir insan bunu kullanıp nasıl eğlenebilir. Bizim bırak eğlenmeyi parmağımızı kaldıracak halimiz kalmadı vallahi, etrafa mal mal bakan 2 zombiye dönüşünce otelimize gidip yattık. Zaten kalanları çöpe atmak zorunda kaldık ülkeden çıkarken. Malum başka ülkeye sokamıyorsunuz bu maddeleri.

Bu hüsranla biten deneyimin ardından ertesi gün bir de magic mushroom denemesi yapalım dedik. Magic mushroomlar coffee shoplarda satılmıyor, smart shop denilen yerlerde satılıyor. Bu küçük sihirli mantarcıkları satarken size bazı bilgiler veriyorlar, aç tüketmemiz gerektiğini, herhangi bir yiyecekle beraber tüketmememiz gerektiğini, kendinize gelmek istediğimizde bir şeyler özellikle tatlı yememiz gerektiğini öğreniyoruz. Bu mantarların dereceleri bulunuyor, biz en hafif olan Mexicana’yı tercih ettik. 

Magic Mushroom çeşitleri ve etkileri

Öncelikle tadından bahsetmek istiyorum çünkü hayatımızda yediğimiz en iğrenç şeydi bu. Küflü peynirden hallice bir tadı var, yerken çok zorlandık çünkü yutmamanız, çiğneyerek yemeniz gerekiyor. Bizim naçizane önerimiz açık alanda ferah yerlerde yenilmesi, çünkü etrafınızda ne varsa o an, onun etkisini bir kaç kat arttırıyor. Örneğin karanlık, kapalı bir yerde ve depresif bir moddayken kulanırsanız bad trip dedikleri kötü deneyimi yaşayabilirsiniz. Biz bu deneyim için Vondelpark'ı tercih ettik, genelde burası tercih ediliyormuş zaten, dediğimiz gibi etraftaki renklerde bir patlama yaşatabiliyor, bu patlamayı yeşillikler arasında yaşamak, karanlık bir oda da yaşamaktan iyidir. 

Magic Mushroom (Mexicana)

Mantarları zorla, iğrenerek yedikten sonra beklemeye başladık. Yaklaşık 1 saat sonra, artık tam da ya bunun bi etkisi yok galiba demeye başladığımız anlarda bir gülme aldı bizi ve karşıda ağacın ne kadar güzel olduğu hakkında konuşmaya başladık. Gerçekten o an o ağaç dünyanın en estetik şeyiydi. Yürüdük, kafası iyi bir abi oturan insanların çantasını alıp, çalmıyorum, ihtiyacım olduğu için ödünç alıyorum diye bağırıyordu, bir fasıl da buna güldükten parkın girişindeki göl kenarında biraz daha oturduk.  Daha sonra acıktık ama gerçekten o an dünyanın en aç insanlarıymışız gibi hissediyorduk ve koşar adım yemek yiyecek yer aramaya koyulduk. Yemeği yedikten sonra hiçbir şeyimiz kalmamıştı, sanki hiç magic mushroom yememiş gibiydik. Biz de gülmek dışında bir etki yaratmadı, etkisi yaklaşık 2 saat sürdü.



Bu tip şeylerin legal olduğu bir yerdeyseniz ve yaşınız tutuyorsa denemek ya da denememek tamamen sizin tercihiniz. Biz bazı şeylerden hiç hoşlanmadık, bazı şeylerle eğlendik. Başımıza bir kaza gelmeden, bilinçli bir şekilde bu deneyimi yaşadık. Denemek isteyenlere tavsiyemiz abartmayın ve bilinçli bir şekilde kullanın. Sonuçta her şeyin fazlasının zararlı olduğunu unutmayın.






Hollanda’nın 2. Büyük kenti Rotterdam, Amsterdam’a trenle 40 dakika uzaklıkta. Bu sebeple Amsterdam tatilimizde konaklamak için daha ekonomik bir seçenek olan Rotterdam’ı tercih ettik. Böylece hem Rotterdam’ı görmüş olduk hem de tren vasıtasıyla Amsterdam’a rahatlıkla ulaştık.

Şunu da belirtelim Amsterdam Rotterdam arası tren hattı her gün Hollandalılar tarafından işe giderken sanki Taksim-Hacıosman metrosuymuşçasına kullanılıyor. Yani insanlar işe gitmek için Rotterdam’dan Amsterdam’a seyahat edebiliyorlar. Aklından bazı hinlikler geçenler için belirtelim trende bazen bilet kontrolü yapılıyor bazen yapılmıyor, yani hiç belli olmuyor işleri.

Rotterdam da en önemli ulaşım aracı bisiklet, ben bisiklet istemem ille de raylı sistem derseniz tramvayla şehrin her yerine ulaşabilirsiniz.

Biz Hotel Rotterdam isimli oteli tercih ettik. 4 yıldızlı temiz bir otel, bizim kaldığımız tarihlerde fiyatı da oldukça makuldü. Şu anki fiyatı öğrenmek için Booking’den ya da Trivago’dan faydalanabilirsiniz.

Rotterdam genel olarak bir ticaret şehri, limanı dolayısıyla ülkeye gelir sağlıyor, bir de tabi öğrenci nüfusu yoğun. Herkesin Rotterdam’a Erasmus için gitmiş en az 1 adet arkadaşı vardır diye düşünüyoruz.


Bunun dışında şehrin görülmesi gerekenlerinin başında şu meşhur Cube Houses geliyor. İsterseniz dışardan bakıp geçin, ister 10euro verip içlerine girin ama her halükarda bunu çizen mimar kör oldu diyeceksiniz. Bu arada içlerinde yaşayan insanlar da var.

Küp Evler

 Bunun dışında görülmesi gereken müzeler, Boijmans Van Beuningen Müzesi, Rembrant, Van Gogh eserlerini de barındırıyor, Kunsthall Rotterdam Müzesinde pek çok modern sanat eseri bulunuyor ve tabiki Maritime Museum Rotterdam yani denizcilik müzesi. Adamlar denizi doldurmuşlar ve ülke yapmışlar bu müze en çok onların hakkı. Küçük bir müze ama alanında en iyiymiş.

Son olarak Erasmus köprüsü, şehrin sembolü olmuş denebilir. Akşam güzel oluyor. Vikipedi bilgileri vermekten kaçınıyorum.

Bizi en çok heyecanlandıran Hotel New York oldu, burası Yeni Dünya’ya yeni umutlara doğru yola çıkanların başlangıç noktasıymış. Yanı Amerika’ya giden gemiler buradaki limandan yolcu alırmış. 2. Dünya Savaşı’nda bölgede sağlam kalan 2 binadan biriymiş. Şu anda otel olarak kullanılsa da orijinal haline sadık kalınmış.

Hotel New York

Biz iyi gezdin olarak dünyanın her metrekaresini görülmeye değer buluyoruz. Amsterdam’a benzer yönleri çok fazla, iki şehirde nehirlerle dolu ve mimari çok benzer. Fakat Amsterdam sanki turistler için yaratılmış bir eğlence parkına benzerken, Rotterdam herkesin işinde gücünde olduğu daha sakin bir şehir.Eğer Amsterdam’a yolunuz düştüyse ve vaktiniz varsa, Amsterdam’a 40 dakika uzaklıktaki bu şehri ziyaret ediniz.

Örnek ISIC Kart

Her fırsatta öğrenci olmaktan yakınsak da bir öğrenci olarak gezmenin müthiş faydaları var. Özellikle Avrupa, Amerika ve Kanada’da öğrencilere pek çok turistik atraksiyonda çeşitli indirimler sağlanıyor. Tabi bu indirimlerden faydalanmak için Türkçe yazılmış, okullarımızın bize verdikleri öğrenci kimlik kartları yeterli olmuyor. Peki, öğrenci olduğumuzu kanıtlayıp indirimlerden faydalanmak için ne yapmamız gerekiyor? ISIC (International Student Identity Card) yani uluslararası öğrenci kimliği çıkartmamız gerekiyor. Bu kart bütün dünyada geçerli olan tek öğrenci kartı. Kart çıkarttığınız andan itibaren 1 yıl süreyle geçerli oluyor ve size öğrencilere indirim sağlayan yerlerde indirimden faydalanmanız için yardımcı oluyor. Örnek vermek gerekirse Paris Disneyland öğrencilere %20 indirim yapıyor. Eğer ISIC kartınız yoksa istediğiniz kadar elinizdeki, okulunuzun öğrenci kartını sallayın indirimden faydalanamazsınız. Bu durum, öğrencilere indirimli fiyat uygulayan her türlü müzede, gören yerinde geçerli.


Tabi bazı yerler öğrenci indiriminden faydalanmanız için Avrupa Birliği üyesi bir ülkede öğrenci olma şartı arıyorlar. Peki bu durumda ne yapıyoruz? Bizden duymuş olmayın ISIC kartın üstünde herhangi bir şehir ya da ülke ismi yazmıyor. Bu ayrımcılıkla karşılaşırsanız nerelisin diye sorduklarında mesela Bulgaristanlıyım ya da Romanyalıyım derseniz pasaportunuzun yanınızda olmadığını onun için pasaportunuzu gösteremeyeceğiniz masum bir şekilde anlatırsanız, bir AB üyesi ülkede öğrenciymiş gibi bu indirimden yararlanabilirsiniz. Bu olay her yerde başınıza gelmez ama biz örneğin Roma’da Colezyum’a girerken sadece AB üyesi öğrencilere indirim vardı biz de bu taktikle indirimden yararlandık. Valla burada bize haksızlık yapıldığını düşündüğümüz için bunu yaptıktan sonra da hiç pişman olmadık. 

Bunun dışında ISIC kartın kendi bünyesinde kart sahiplerine sundukları bazı avantajlar var. Bu avantajlara şuradan gideceğiniz ülkeyi yazarak ulaşabilirsiniz. Kartın Türkiye’de de çeşitli indirim olanakları bulunmaktadır. Bu kartı Gençtur şubelerinden ve online olarak şuradan alabilirsiniz. Fiyatı 20 tl, 1 Mayıs 2015’e kadar İnterrailTürkiye facebook grubunun indirimiyle 15 tl. Yurtdışına seyahate çıkıyorsanız bu kartı kesinlikle çıkarttırmanızı tavsiye ediyoruz. Dil okuluna falan gidiyorsanız zaten kaçarı yok kesin çıkartın. Tatillerinizi ekonomik kılacak tavsiyelerde bulunmayı görev biliyoruz.


Ahh Münih, biraları, parkları, sosisleri ve parklarda gezen çıplak amcaları... Evet, parklarda gerçekten çıplak dedeler geziyor. Bu konuyu ilerleyen paragraflarda anlatmak üzere erteliyorum ve Münih’e gitmek istiyorsanız öncelikle bavulunuza neler atmalısınız bundan bahsedelim, yani havalar nasıldır?

Münih bildiğiniz gibi biraz kuzeyde kalıyor. Biz ağustos ayında gittiğimiz için şortlarla doldurmuştum çantamı ama ne oldu? Üşüdüm! Temmuz ayı en sıcak ay, tatbiki bir Kanada’dan bahsetmiyoruz, onun için bizce her mevsimde uygun kıyafetlerle gerekli önlem alındığı takdirde Münih ziyaret edilebilir, bu konuda kendinizi sınırlamayın. Tabi kışları Almanya’nın soğuğu pek yaman oluyormuş, kıyafetleri ona göre ayarlarsanız zatürre olup yataklara düşmezsiniz.

Münih’in nüfusunun 1.378 milyon olduğu, Bavyera eyaletinin başkenti olduğu gibi sıkıcı bilgileri verelim ve yolumuza devam edelim.

Biz Münih seyahatimizde adını dahi hatırlamadığım ve benim gece uyuyamadığım ama çok tatlı Hint bir resepsiyon görevlisine sahip, tren garının dibinde bir otelde kaldık. Münih şehir merkezi zaten çok küçük yürüyerek her yeri gezilebilir. Biz 1 gün kaldığımız için zaten şehir merkezinin dışına pek çıkamadık. Bütün şehir merkezini de yürüyerek gayet güzel bir şekilde gezdik. Ama ben yürümeyi sevmem diyenler için Almanya’nın tren ve metro şirketi DB BAHN sizin konforunuz için burada gerçekten, tertemiz her yere ulaşan metro emrinize amade. Metronun fiyatı gibi konulara girmiyorum, buyurun buradan inceleyiniz. Ayrıca bisiklette bu düz şehirde güzel bir ulaşım aracı, nehir kenarındaki ağaçlı yolda bisiklet süren sportif Alman dedelere katılabilirsiniz.

Biz Münih’e gece vardık Cumartesi gecesi uzun tren yolculuğu sonucu yorgun bitkin ve açtık, saatlerde 23.00 gösterdiğinden etrafta sadece çalışkan Türk dönerci ve tren istasyonunun içindeki büfe tarzı sosisçi, pretzelciler tabi Burger King gibi fast food dükkânları açıktı. Almanya’ya gelen bünye gerçekten ne döner yemek ister ne de Burger King .  Biz de gittik tren istasyonuna şöyle bir bakındık genç sırt çantalı grubun etrafında toplandığı büfeye yöneldik, ben bir currywurst denilen sosisli sandviçle aşk yaşadım gerçekten. Bir tren istasyonunda bu kadar lezzetli sosis şaşılacak şeydir ki Mustafa tren istasyonunda yemem ben sosis miden bozulacak diye bana kızdı kendisi de pretzel isimli Münih’e özgü susamlı simitten aldı, simidin arasında tereyağı ve yeşil soğan koyulmuş gerçekten ilginç güzel bir şey olmuş. Ve tabi en sevdiğim aktivite olan yurtdışındayken süpermarket gezme aktivitemizi tren istasyonunda ki markette gerçekleştirdik. Envai çeşit milka, çikolata, nutella cennetinde kendimizi kaybettikten sonra otelimize döndük ben uyuyamazken Mustafa mışıl mışıl uyudu.

Ertesi gün sabah erkenden kalktık, otelimizden çıktık etrafta in cin oynuyor, bakın gerçekten bu kadarını beklemiyorduk tamam Pazar günü ama su alacak bir yer dahi bulunmaz mı bir şehirde? Su bulmaya çalışırken yağmura yakalandık. Tipik Avrupa ve kuzey ülkesi klasiği olarak trafiğin düzenine, yayalara yol verilmesine biz de niye yok diyerek, vay be adamlar medeni muhabbeti eşliğinde Marienplatz denen turistik ve tarihi merkeze ulaştık. Zaten tren garının dibindeki otelimizden Marienplatz’a ulaşmak yürüyerek 10 dakika, tabi yollar geniş, kaldırımlara araba park etmek gibi hayvanlıklar yapmıyor insanlar, dümdüz geniş yollarda kırlarda koşturan Heidi ve Peter gibi şen şakrak ulaştık hedefe.

 Marienplatz bir meydan zaten platz da Almanca meydan anlamına geliyor, meydana ulaştığınızda ihtişamlı tarihi bir bina görüyorsunuz, Rathaus oluyor bu yani belediye binası. Binanın kulesine çıkış 1 euro gibi bir ücretti öğrenciler için. Bunun için ISIC kartınız olması gerekiyor. Bu arada öğrenciler için ISIC kart yani uluslararası öğrenci kartının avantajları için tıktık. Tepeye asansörle çıkıyorsunuz ve gerçekten muazzam bir manzara var.

Rathaus'un tepesinde Münih manzarası

 Binanın avlusunda oturma yerlerinde soluklanabilirsiniz. Ya da etraftaki kafelere alalım sizi kahvenizi yudumlayın ve saat 12.00 da Rathaus’un tepesinde yapılan küçük asker değişim seremonisini bekleyebilirsiniz ama beklemeseniz de olur ahım şahım bir şey de yok. Bu meydanda belediye binası dışında pek bir atraksiyon yok açıkçası.

Rathaus

Sonraki durak Pınar için en çok merak uyandıran yer: Viktualienmarkt. Burası bir pazar, bildiğimiz pazar ama sosisini ve biranı alıp oturuyorsun oturma alanında, sohbet muhabbet yapıyorsun artık canın ne isterse. Ama şansımıza biz gittiğimiz gün kapalıydı pazar. Ama Munih'te yemek yazısında uzun uzun bahsedeceğiz ve rica ediyoruz biz göremedik siz mutlaka gidin.

Biz biraz spontane gezmeyi seven bir ikiliyiz yani tabi ki şehrin mutlaka görülmesi gereken yerleri, görmek istediğimiz yerleri not alırız ama dolaşarak, sokaklarda kaybolarak gezmeyi ve öğrenmeyi bugün şu müzeler ve şu binalar görülecek, akşam şurada yemek yenecek tarzı motamot ve sıkıcı planlar bize gelmez. O sebeple biz yine avare avara yürümeye başlıyoruz ve nehir boyunca, yeşilliğin tadını çıkarıyoruz, mimariye hayran kalıyoruz.

Tabi burada telefonumuza indirdiğimiz çevrimdışı haritaların yardımıyla Englischen Garten adlı parka ulaşıyoruz. Bu bizim hayatımızda gördüğümüz en güzel park arkadaşlar ne Londra’daki Hyde Park ve ne Amsterdam’daki Vondelpark. Alabildiğine yeşillik, sağımız solumuz önümüz arkamız yeşil. Tabi bunda Münih’in aldığı yağışın payı büyük.


Englischen Garten

Parkta yürüyoruz, hani demiştik ya bu şehir merkezinde her yer kapalı herkes nerede? Herkes buradaymış meğerse soğuk havaya karşın bikinisiyle yatanlar, çocuklarını gezdirenler, birasını yudumlayanlar. Klasik bir Alman Pazar günü buna benziyor herhalde. Etrafta dolaşırken yerlerde çıplak bir şekilde yatan amcalara rastlıyoruz yer yer adamlara tacizkâr bakışlar atmayalım diye kendimizi tutuyoruz tabi ama garipsiyoruz da. Sonradan öğreniyoruz şehrin bazı bölgelerinde çıplak gezmek serbestmiş ve bazı gay topluluklar bunu partner bulmak için bir aktivite haline getirmişler. Özgürlüğün vücut bulmuş hali misin sen Münih diye düşünüyoruz, insanlar birbirine bu denli saygılı olmasını ayakta alkışlıyoruz. Kimse çıplak gezen amcalara sen ne yapıyorsun dayı demiyor. Bizde de ne yazık ki gay amcalar asansörde öpüşerek aşklarını gizlemek zorunda kalıyor, geyik bir yana bu olaya bir de bu açıdan bakalım.

Almanya’ya gelmişken sosise doymaya ant içmiş olan ben, çimlerde yatıp yuvarlanmaca yaptıktan sonra haydi diyorum Chinesischer Turm ve Biergarten bizi bekler. 

Chinesischer Turm

Chinesischer Turm’a şöyle bir göz atıktan sonra fazla cafcaflı buluyoruz ve Biergarten’da sosis ve biramızı alıp banklara oturmaya karar veriyoruz. Burada bir yerel gibi bira bratwust (sosis) keyfinin ardından parktaki yürüyüş esnasında bir barajda sörf yapan gençlere rastlıyoruz. Yapay küçücük bir barajdan bahsediyoruz ve hava 15 derece ama Alman gençler adrenalinin etkisinde müthiş bir keyifle sörf tahtalarının üstündeler. Bir süre oturup onları izliyoruz, çok keyifli, oldukça alternatif bir aktivitede denizsiz Münih için. Ve küçük çocuklarda bu aktiviteye katılıyorlar, minik sörf tahtalarıyla. Valla biz olsak ay bir yerin kırılır bu havada hasta olursun diye çocuklara spor yaptırtmayız. Ama bu endişelerimizde haklı olsaydık sanırım Almanya’da hiç bir çocuk yaşamıyor olurdu. Çünkü çocukların sportif aktivitelerine ve özgürlüğüne gerçekten sınır koymayan ebeveynler çoğunlukta.

Bu keyifli ve oldukça yerel Pazar aktivitesinin ardından bu kadar yerellerle takılmak yeter deyip turistliğin dibine vuran Hofbrauhaus adlı bira evine gidiyoruz. Efendim bu bira evi 400 yıldan fazla zamandır faaliyette olan kocaman bir bira evi. Çok çeşit bira yok, az ve öz kendi ürettikleri biraları servis ediyorlar. Burayla ilgili ayrıntılı yazı için tıktık.

Bu uzun günün ardından başka bir şehre geçeceğimiz için Münih’ten ayrılıyoruz. Münih’teki bütün atraksiyonları görme fırsatımız olmadı 1 günümüz olduğu ve sıkıştırarak, telaşla gezmeyi sevmediğimiz için fakat görülmesi gereken ama bizim göremediğimiz diğer yerlerle ilgili yazı yolda.

Münih derli toplu, bol yeşillikli, şirin bir şehir. Çok enteresan, çok farklı bir şehir olduğu söylenemez ama Mustafa’da Almanların düzenine ve kurallara bağlılığına hayranlık uyandıran bir şehir oldu. Pınar içinse mükemmel parkı, bireyselliğin ve özgürlüğün ön planda olduğu, müthiş biraların vatanı olarak hayranlık uyandırdı. Münih’e uygun fiyatlı uçak bileti bulmak hiç de zor değil Alman kültürü kendine hayran bırakacak güzellikte o zaman ne duruyorsunuz sizi Münih’e davet ediyoruz. 

İyi Gezdin. Blogger tarafından desteklenmektedir.